28 Ağustos 2010 Cumartesi

Güzel laflar

"Being alone is the prison, just thinking about yourself, just being trapped in this vortex of always watching yourself. Which, i suppose, is ok if you're interesting. Truth is, nobody's that interesting."

Brenda Chenowith - The Trap

Oh Yes!

62. Emmy Ödülleri'nin Creative Arts kısmıyla alakalı ödüllerin kazananları açıklanmış. Adeta bir amerigalı gibi oh yes dememe sebep olan da pek sevgili NPH'in sonunda Emmy kaderini yenip 2 ödüle birden kavuşması oldu. Birisi Glee'deki misafir oyunculuğu, bir diğeri de 63. Tony Ödülleri'ndeki performansı sebebiyle. Kudos diyoruz buradan kendisine.

Söz konusu bölümdeki tüm kazananların listesi için: Tıkla!

O zaman beni de Glee izlemeye sevk eden Dream On sahnesini buraya not düşelim bence:

26 Ağustos 2010 Perşembe

Alone



Off, çok 80'ler. Durup dururken yapayalnız hissetmek. Ölene kadar böyle olmasından korkmak. Gerçekten saatin tiktaklarını dinleyerek ve duvarlara bakıp düşünerek geçen zamanları hatırlamak. Zamanın hiç geçmemesinden sıkılmak ama geçmesinin de içe korku düşürmesi. Neyse işte, ben anlatamıyorum. Heart anlatmış. Efkarlandım akşam akşam.

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Inception

# Haftaya bugün yeni bir başlangıcım olacak. Güzel bir insanın bir cep telefonu mesajına sığdırabildiği gibi, hayatın bir anda değişebilmesi çok ilginç. Bir an hüzünden ölüyorken bir an sonra içi içine sığmamak nasıl bir şey ki? Scrubs'ın bir bölümünde ölmek üzere olan amcanın ölümü kabullenemezken söylediği cümledeki gibi: Bir an buradayken bir an sonrası olmama düşüncesini anlayamıyorum. Hayat anlardan ibaret galiba sahiden.
Homer Simpson Inception'ı böyle algılamış. Herkesin kafa bi dünya olmuştur zaten. Suç Homer'da değil, düz insan, net. Neyse, iyiydi hoştu. Ama beklentimi çok yükseltmişim sanırım. Daha ağzımı açık bırakacak bir şey bekliyordum. Film süresince aklıma Puslu Kıtalar Atlası ve Descartes'ın çinili soba deneyleri geldi. 4. boyutun keşfinden sonra gerçeklik bildiğimiz gerçeklik değil zaten artık. Paralel evrenlere çok alıştık filmlerde dizilerde. Rüya denen şey de hep düşündürmüştür beni. İslami bir boyutu da var mesela oldukça metafizik. Hatta rüya tabirleri var. Bu rüya tabirlerinde de hep erkeklere seslenilir zaten uyuz olurum. Ama rüyaların bilimsel açıklamaları da var. Hatta La Science des Rêves diye çok sevdiğim bir film var serbest çağrışmak gerekirse. Inception'a dönecek olursam bir nebze daha, neden Leonardo DiCaprio'dan başka birisi hiç düşünülmemiş anlam veremedim. Joseph Gordon-Levitt çok iyi olmuştu yalnız. Kızı öptü ya rüyadayız ayağına çakal, daha bi sevdirdi kendini. Daha da yorum yapılacak bişi yok. İzlenesi.

# Bu Homer'da da bir Türk dayısı tipi yok mu allasen? Ayrıca ecnebilere üzülüyorum. Dayı ile amcayı ayıracak kelimeleri yok. Bilmiyorum belki başka dillerde vardır ama Avrupa dillerinde yok mesela böyle bir ayrım. Hiç dayı ile amca bir olur mu? Dayı daha bize yakındır, daha candır, amca gibi mesafeli değildir. Şöyle bir insandır dayı:

# Tuzla'ya gitmek için efsane otobüs 500T'ye bindim bugün. Tuzla da İstanbul lan. Vay anasını. Git git bitmiyor şehir. Asker ziyaretini de tecrübe ettim. İnsanın kardeşini iğrenç kamuflaj kıyafetleri içinde görmesi de bir tuhaf hissettiriyor. Annem elleriyle yaprak toplayan askerlere bakıp "tırmıkla daha kolay hallediverseler ya" dedi. "E o zaman mantıklı bir şey yapmış olurlar anne." dedim. Çok mantıksız işler bu işler sahiden.

# Annemin İETT'ye yabancılığı beni çok eğlendiriyor. Dengeyi sağlamakta çok zorlanıyor mesela otobüs hareket ettikten sonra. Her otobüste oturulabileceğini zannediyor. Geçen bir otobüste bir hayli ayakta yolcu vardı ama balık istifi değil, bana gayet makul görünüyordu. Ben ilerleyebildiğim kadar ilerledim, arkamı döndüm baktım benimkisi biletçi adama kızıyor ne bu insanlara eziyet ediyorsunuz diye. Düşündüm aslında haklı kadın. Ama rezilliği o kadar kanıksamışız ki. Nefes alacak delik kalmayana kadar üst üste bindirilmedikçe kimse sorgulamıyor çok dolu otobüsleri. Bir de iettyi dolmuş gibi kullanmaya çalışıyor annem. İnecez burda gel düğmeye basalım diyorum. Burada durmasın biraz daha ileri gitsin diyor. Eldürür insanı bu annem.

# Rumca-Lazca kelime dağarcığıma bir kelime daha kattım geçenlerde. Çosa. Sahil demekmiş. Ama o "ç" çok zor çıkar benden. Ehlinden duymak lazım. Bildiğimiz ç gibi değil. Çok acayip gırtlaktan gelen "h"ler vardır bir de. Halhaliga kelimesini hatırlattı geçen akşam soulfrog. Bizimkiler öyle lüzumsuz kelimeleri biliyorlar ki aklım şaşıyor. Ne demekti kız bak yine unuttum. Çok lüzumsuz bişiydi ama.

# 2 gündür loop vaziyetinde Locke'd Out Again dinliyorum nedendir bilinmez. Allah beni nasıl biliyorsa öyle yapsın. İnsanın içini karartıyor bu eserinde Michael Giacchino.

# Bir de dün uyumadan 3-4 kez bunu izledim. Bugün şarkı çınlayıp durdu beynimde. Neyse ki çok optimistik:


# Geçenlerde E.R.'ın finalinden önce hazırladıkları özel bölümü izledim. Zamanında böğrüme öküz oturtan anları hatırladım. Taa ortaokulda TGRT'de Türkçe dublajlı seyrediyordum ben bu diziyi gecenin bir yarısı tek başıma. Doktor olmak istememe neden olacak kadar etkilemişti beni.  Dizi yaşananlar ve karakterler açısından oldukça realistik olsa da söz konusu doktorların idealistliği bir hayli ütopikti aslında. Neyse Somewhere Over The Rainbow'un ağlatabildiğini de görmüştük Mark Greene sayesinde. Son bölümde kendisinin çok güzel bir şekilde yer bulması çok duygusal olmuş diğer bütün bitiş öyküleri gibi. E.R.'ı seviyorum.


#  Yine hüzünlendim bak. Neyse ki Umut Sarıkaya var:
Yatalım uyuyalım ya. 2012'ye ne kaldı şunun şurasında?

24 Ağustos 2010 Salı

Kime gönderilen: Mahalle muhtarlığı

Böylesi şeker ve naif bir şeyi en son üniversitedeki ikinci yılımda memleketten bana kart gönderen küçük kardeşim sayesinde görmüştüm. Mektup zarfının eskiden(hâlâ da olabilir ama ben yazmıyorum) "Sayın" yahut kısaca "Sn." yazdığımız kısmına "Bayan" yazarak daha zarfı açmadan beni kopartmıştı kendisi. Ama bir yandan da gözleri nemlendirmişti. Çocuksu saflık hep etkilemez mi bizi?

Neyse işte, bu başlığı da yaklaşık 2 ay önce taşındığımız mahallenin çocukları atmış aslında. Bugün ikamet işleri için muhtara gittiğimizde 2 tane kavruk oğlan gelip muhtara soran gözlerle bakmaya başladılar. Ne ayak anlamaya çalışırken muhtar hanım bir mektup gösterdi. Zarftaki gönderilen kısmına "kime gönderilen: mahalle muhtarlığı" yazmış bu zıpırlar ve arkadaşları. Muhtardan top sahası istemişler söz konusu mektupla.

Yani her tarafı güzel bir vaziyet. O yaşta bilinçli vatandaş olup haklarını savunmaları da, ufak bir hatayla da olsa bunu usulüyle yazıya dökerek dile götürmeleri de çok güzel. Her iki lafından biri "evet" haline gelen, üslubu boy tartışmalarına, kafatası ölçümlerine kadar indiren koca koca siyasetçiler de bu kadar geniş gönüllü olabilseler keşke.

13 Ağustos 2010 Cuma

Tutunamayan şarkılar

Glee'den bahsetmeyeceğim. Ama loser kelimesinin bir el hareketi marifetiyle bu şekilde ifade edildiğini daha çok yeni öğrenmiş bulunmaktayım. Kafanın üzerinde "L" yapan iki parmak loserlık emaresiymiş meğer(thanx to jazz). İçinde loser geçen birtakım güzel şarkıları paylaşmak istedim esasen:

#En birinci olarak : The Beatles - I'm a loser
"I'm a loser and i'm not what i appear to be" derken dıştan winner gibi görünüp de içten "What have i done to deserve such a fate?" diye soranların sesi olmuş John Lennon 1964 tarihli Beatles For Sale albümünde. 40 seneyi aşmış ama hala kendimizi bulabiliyoruz eserde.

#Sonracıma : Beck - Loser
Kaç yıllık şarkıymış meğer ama Glee sayesinde öğrendim. Linke de Glee coverını koydum zaten. Bu şarkıyı daha çok sevmemin bir nedeni ise nakaratında İspanyolca "Soy un perdedor" demesidir.

#Ayrıca: 3 Doors Down - Loser
Damar playlistlerde "Here Without You" ile her daim yer edinmiş olan Amerikalı grup 3 Doors Down şaşırtıcı olmayan bir şekilde bu şarkıya da imza atmış. 2:30'dan sonra şarkı başka bir boyut kazanıyor yalnız.

#Bir de: Maybe This Time
Bu şarkı Cabaret adlı müzikalden orjinalinde. Ama Glee'deki Kristen Chenoweth yorumu son derece leziz olmuştur. Şarkıda loser geçmiyor ancak "Everybody loves a winner, so nobody loved me." deyip gereksiz umutlar taşıyan "belki bu sefer"lerden geçilmediği için görevini fazlasıyla yerine getiriyor.

# Unutmadan: Coldplay - Lost!
Sonundaki ünlem işaretine kurban olduğum bu nadide eser "Just because i'm losing doesn't mean i'm lost." şeklinde başlayarak en sevdiğim Coldplay şarkılarından birisi olmuştur.

#Son olarak: Dolores O'Riordan - Loser
Dünyadaki en özel seslerden birine sahip olduğunu düşündüğüm Dolores ablamız bu şarkıda loserım diyeni ıslak meşe odunuyla kovalamak lazım gibi bir ana fikir ortaya koymuş olsa da, loser bünyeler zaten kendileri de aynı şeyi zaman zaman hissedip kısır döngülerde çılgın attıkları için bu şarkıyı bağıra çağıra eşlik ederek dinlemekte bi beis görmezler.

12 Ağustos 2010 Perşembe

Why?

"Sana istediğin her şeyi verdim. Neden bana hâlâ bunu yapıyorsun? Ne istiyorsun benden?"

Neden dünya bu kadar adaletsiz? Neden hayattan ölesiye nefret ettiğim günlerde kendimi delice yok etmek isteyip de yapamıyorum? Neden hep bir yerlerde küçücük bir umut kırıntısı kalıyor geleceğe dair? Neden yenilip yenilip tekrar başlamaya çalışıyorum? Neden her şey çok güzel olacak laflarına inanmaya zorluyorum kendimi? Neden sürekli bir işaret bekliyorum? Neden mucizelerin varlığına inanmak istiyorum? Neden herkesi kendim gibi zannediyorum? Neden her seferinde kandırılıyorum? Neden yalan söylemeyi beceremezken kendimi yalan söyler vaziyette buluyorum? Neden hiçbir küçük düşürücü anı hafızamdan silemiyorum? Neden en küçük tökezlemede hepsi birleşip karşıma çıkıyorlar? Neden mutluluk bu kadar kısa sürerken acılar katlanarak büyüyor? Neden ayrılıklar hep hüzünlü? Neden bütün şehirlerarası otogarlar birbirine benziyor? Neden insanlar hayatı karmaşıklaştırıyorlar? Neden birbirlerini vurmayı öğretmek için birinin sevgilisi, birinin oğlu, birinin kardeşi uzaklaştırılıyor onlardan? Neden dostça yaşayamıyoruz? Neden zorlaştırıyoruz her şeyi? Neden özgür olamıyor hiç kimse? Neden postmodernleştikçe ilkelleşiyor insanlar? Neden insanlıklarını unutuyorlar? Neden milyonlarca sperm arasında birinci gelerek bizi meydana getiren spermi bile seçemiyoruz? Niye birimiz California'da doğarken birimiz Bağdat'ta doğuyor? Neden birileri hayata hep 1-0 önde başlıyor ve farkı sürekli açıyor? Neden yoruyor bu hayat bizi?

"Neden hep benim üzerime yağıyor yağmur?"



 

6 Ağustos 2010 Cuma

Yanıyorum, yanıyor musun?

Arkadaş bu ne yav? 7 senedir İstanbul'da yaşıyorum hiç bu günkü kadar bunalmamıştım sıcaktan. Bilmem kaç fahrenheit hissetmişiz bugün. Ah o nem yok mu? Bizim bozkırda gündüz sıcak olur, öğle vakti sokağa çıkarsan tepen delinir ama gece rahat uyursun. Böyük şeher hiç öyle değil. Uyutmuyor insanı yapış yapış. Üstüne üstüne geliyor nem.
Sıcak sarhoşluğu gibi bir şey olduğunu fark ettim. Sarhoş olmaya başlarken yanlış söylediğinin farkında olmana rağmen bazı kelimeleri düzgün söyleyemezsin ya, bugün saçma sapan cümleler kurdum, kelimeleri hatırlayamadım, derdimi anlatamadım, anlatmaya üşendim filan.
Sadece cacık ve buzlu çay ile beslensem bir sakıncası var mı diye düşünmüyor değilim. Onlardan başkasını çok çekemiyorum.
Şükür şu an bulunduğum koordinatlarda rüzgar kendisini göstermekte.
Cacıktan başka iç ferahlatmak için bir de şunu izliyorum. Dansçılarımız zaten süper de, bölümün yönetmeni Joss Whedon da yine gösteriyor bence farkını:

2 Ağustos 2010 Pazartesi

Ağustos da gelmiş

# Araya bir sürü zaman, insan, mesafe girmesine rağmen sanki hiç ayrılmamış gibi buluşulan arkadaş ne güzel arkadaştır. Sanırım gerçek arkadaşlık böyle oluyor. 7 ay, binlerce kilometre ve bir sürü Fransızdan sonra bir banka sırasında 1 saat bekleyip, beklemekten sıkılıp işlemi yarıda bırakıp gitme salaklığını yaptık bugün B. ile. Ama daha az evvel ayrılmışız, yarın birlikte derse girecekmişiz gibi güldük. Yanında çekinmeden saçmalayabildiğin insan değil midir zaten arkadaş? I love you Betty :)
# Bu da sana bahsettiğim sözlükte görüp de aşık olduğum ayakkabı. Harbiden bunu giyemem lan ben. Kıyamam yani giymeye. Sanat eseri gibi. Köşede dursun, bakarım öyle.
# Ahaha, sadece köşede dursa izlenecek bir insan da bu Matthew Fox bence. Çıkartamayanlar için eski hobitlerden Dominic'e öpücük konduran abimiz diyeyim :) Orda Josh var asıl dersen senin bileceğin iş. Ben kendisine olan histerik ilgiyi anlayamayanlardanım. Asıl değinmek istediğim konu, Matthew abimizin yaşlandıkça daha da karizmatikleşmesiydi. Tnt'de kendisinin 20'li yaşlarına, 90'lar kıyafetlerine ve en önemlisi uzun saçlarına tanıklık ettiğimiz Aile Bağları(Party Of Five) dizisi gösteriliyor hafta içi her gün. Tatlı bir dizi aslında. Lost'a başlamadan, dolayısıyla Jack Shepard'dan habersizken izliyordum ara ara. Bu rolde de Jack Shepard triplerine rastlasak da, asıl önemli tespit Metyü'nün kısa saçı keşfetmesinin çok yerinde bir karar olduğudur.
# cnbc-e Spartacus Blood and Sand dizisini gösterecekmiş. E höh gerçekten. Sigara içiliyor diye koskoca bir HIMYM bölümünü atladılar bu sezon, oldukça pornografik bu diziyi nasıl gösterecekler merak ediyorum. Kesip yapıştırıp reklam kuşaklarına filan sığdırabilirler bence.
# Taksim-Levent metro trenleri yenilenmiş. Daha da ferah olmuş ortam. Bir de klimaları açıyorlar buz gibi. Bu sıcakta en tercih edilesi toplu taşıma aracı. Her yere gidebilse keşke.
# 2 gündür nasıl bir sıcaktır arkadaşım. Dün gözümün içinin bile yandığını hissediyordum. Bu sabah havayı bulutlu görünce sevinmiştim yağmur yağacak diye, öğleden sonra yaptı yine yapacağını. Neyse ki neredeyse dağ yamacında oturuyorum da akşamları esiyor püfür püfür.
# Yedek Subay Sınavı denilen şey de ülkemdeki bütün sınavlar gibi gençlerin yaşama enerjisini ciğerlerinden söküp almak için yapılan bişiymiş. Kardeşceğizim de yılın en sıcak günü 10 saat sıra beklemek suretiyle tecrübe etti dün bunu.
# Bu albüm kapağıymış sanırım. Bir de şarkıyı dinleseniz kendinizi parçalayasınız gelir. Ciddi ciddi yapmışlar bunu. Bu fotoyu da twitpic'e koymuşlar biz yaparken çok eğlendik diye. İnsanın inanası gelmiyor.
# Tarkan geri mi dönüyor nooluyor? Sürekli televizyonda görüyorum. Acımayacak filan diye bir kıza seslendiği yeni bir şarkısı var onu duydum. Allah selamet versin.
# 118'le 80'in takside karşılaşıp birbirlerine mal mal seslenmelerini dakika başı göstermek bir işkence metodu olarak kullanılabilir. Hayır sonrasında Coca Cola'nın denize hava püskürtmeli şişeden atlayan gençler temalı reklamını görüyorsun, bu reklamsa bu ne diyorsun mecburen.
# Serin günler dileklerimle, sevgiler.

1 Ağustos 2010 Pazar

Zamana meydan okuyan aşk mı istediniz?



Penny: Hello.
Desmond: Penny.
Penny: Desmond.
Desmond: Penny, Penny you answered. You answered Penny.
Penny: Des, where are you?
Desmond: I’m..I’m..I’m..I...I’m on a boat. I’ve been on an island and oh my god Penny, is that really you?
Penny: Yeah..Yes it’s me.
Desmond: You believed me, you still care about me.
Penny: Des i’ve been looking for you for the past three years. I know about the island....and then when i spoke to your friend Charlie that’s when i knew you were still alive. It’s really you, i wasn’t crazy. Des, are you still there?
Desmond: Yes, yes i’m here. I’m still here, can you hear me?
Penny: Yeah, yeah that’s better.
Desmond: I love you Penny..I’ve always loved you..I’m so sorry..I love you.
Penny: I love you too.
Desmond: I don’t know where i’m but...
Penny: I’ll find you Des...
Desmond: I promise...
Penny: No matter what...
Desmond: I’ll come back to you...
Penny: I won’t give up...
Desmond: I’ll promise...
Penny: I'll promise...
Desmond & Penny: I love you...

Ne kral abimizsin sen Desmond, ne güzel yengemizsin sen Penelope. Sevdiğinin zalım babası bir yudum viskiyle senin insanlığını karşılaştırmaya çalıştığında da gözlerimizi doldurmuştun Desmond, Yaşar Usta gururuyla holdingden çıkıp kravatının üstünde zıpladığında da. Sana her coward deyişlerinde içimiz kötü oldu, 5 sterlinlik fotoğrafın parasını ödeyemeyip aşk yeterli değil, iyi insan olmak yeterli değil dediğinde de yıktın geçtin bizi.
Ama tüm bunlara rağmen şanslıydın. Çünkü senden hiç vazgeçmeyen bir Penelope'ye sahiptin. Şöyle güzel sözlerle en umutsuz anını aydınlatan Penny'e:

"Please don't give up, Des. Because all we really need to survive is one person who truly loves us. And you have her."

Böylesi sağlam "sabit"lerle karşılaşmak dileğiyle. Si yu in anadı layf brada.