25 Ağustos 2010 Çarşamba

Inception

# Haftaya bugün yeni bir başlangıcım olacak. Güzel bir insanın bir cep telefonu mesajına sığdırabildiği gibi, hayatın bir anda değişebilmesi çok ilginç. Bir an hüzünden ölüyorken bir an sonra içi içine sığmamak nasıl bir şey ki? Scrubs'ın bir bölümünde ölmek üzere olan amcanın ölümü kabullenemezken söylediği cümledeki gibi: Bir an buradayken bir an sonrası olmama düşüncesini anlayamıyorum. Hayat anlardan ibaret galiba sahiden.
Homer Simpson Inception'ı böyle algılamış. Herkesin kafa bi dünya olmuştur zaten. Suç Homer'da değil, düz insan, net. Neyse, iyiydi hoştu. Ama beklentimi çok yükseltmişim sanırım. Daha ağzımı açık bırakacak bir şey bekliyordum. Film süresince aklıma Puslu Kıtalar Atlası ve Descartes'ın çinili soba deneyleri geldi. 4. boyutun keşfinden sonra gerçeklik bildiğimiz gerçeklik değil zaten artık. Paralel evrenlere çok alıştık filmlerde dizilerde. Rüya denen şey de hep düşündürmüştür beni. İslami bir boyutu da var mesela oldukça metafizik. Hatta rüya tabirleri var. Bu rüya tabirlerinde de hep erkeklere seslenilir zaten uyuz olurum. Ama rüyaların bilimsel açıklamaları da var. Hatta La Science des Rêves diye çok sevdiğim bir film var serbest çağrışmak gerekirse. Inception'a dönecek olursam bir nebze daha, neden Leonardo DiCaprio'dan başka birisi hiç düşünülmemiş anlam veremedim. Joseph Gordon-Levitt çok iyi olmuştu yalnız. Kızı öptü ya rüyadayız ayağına çakal, daha bi sevdirdi kendini. Daha da yorum yapılacak bişi yok. İzlenesi.

# Bu Homer'da da bir Türk dayısı tipi yok mu allasen? Ayrıca ecnebilere üzülüyorum. Dayı ile amcayı ayıracak kelimeleri yok. Bilmiyorum belki başka dillerde vardır ama Avrupa dillerinde yok mesela böyle bir ayrım. Hiç dayı ile amca bir olur mu? Dayı daha bize yakındır, daha candır, amca gibi mesafeli değildir. Şöyle bir insandır dayı:

# Tuzla'ya gitmek için efsane otobüs 500T'ye bindim bugün. Tuzla da İstanbul lan. Vay anasını. Git git bitmiyor şehir. Asker ziyaretini de tecrübe ettim. İnsanın kardeşini iğrenç kamuflaj kıyafetleri içinde görmesi de bir tuhaf hissettiriyor. Annem elleriyle yaprak toplayan askerlere bakıp "tırmıkla daha kolay hallediverseler ya" dedi. "E o zaman mantıklı bir şey yapmış olurlar anne." dedim. Çok mantıksız işler bu işler sahiden.

# Annemin İETT'ye yabancılığı beni çok eğlendiriyor. Dengeyi sağlamakta çok zorlanıyor mesela otobüs hareket ettikten sonra. Her otobüste oturulabileceğini zannediyor. Geçen bir otobüste bir hayli ayakta yolcu vardı ama balık istifi değil, bana gayet makul görünüyordu. Ben ilerleyebildiğim kadar ilerledim, arkamı döndüm baktım benimkisi biletçi adama kızıyor ne bu insanlara eziyet ediyorsunuz diye. Düşündüm aslında haklı kadın. Ama rezilliği o kadar kanıksamışız ki. Nefes alacak delik kalmayana kadar üst üste bindirilmedikçe kimse sorgulamıyor çok dolu otobüsleri. Bir de iettyi dolmuş gibi kullanmaya çalışıyor annem. İnecez burda gel düğmeye basalım diyorum. Burada durmasın biraz daha ileri gitsin diyor. Eldürür insanı bu annem.

# Rumca-Lazca kelime dağarcığıma bir kelime daha kattım geçenlerde. Çosa. Sahil demekmiş. Ama o "ç" çok zor çıkar benden. Ehlinden duymak lazım. Bildiğimiz ç gibi değil. Çok acayip gırtlaktan gelen "h"ler vardır bir de. Halhaliga kelimesini hatırlattı geçen akşam soulfrog. Bizimkiler öyle lüzumsuz kelimeleri biliyorlar ki aklım şaşıyor. Ne demekti kız bak yine unuttum. Çok lüzumsuz bişiydi ama.

# 2 gündür loop vaziyetinde Locke'd Out Again dinliyorum nedendir bilinmez. Allah beni nasıl biliyorsa öyle yapsın. İnsanın içini karartıyor bu eserinde Michael Giacchino.

# Bir de dün uyumadan 3-4 kez bunu izledim. Bugün şarkı çınlayıp durdu beynimde. Neyse ki çok optimistik:


# Geçenlerde E.R.'ın finalinden önce hazırladıkları özel bölümü izledim. Zamanında böğrüme öküz oturtan anları hatırladım. Taa ortaokulda TGRT'de Türkçe dublajlı seyrediyordum ben bu diziyi gecenin bir yarısı tek başıma. Doktor olmak istememe neden olacak kadar etkilemişti beni.  Dizi yaşananlar ve karakterler açısından oldukça realistik olsa da söz konusu doktorların idealistliği bir hayli ütopikti aslında. Neyse Somewhere Over The Rainbow'un ağlatabildiğini de görmüştük Mark Greene sayesinde. Son bölümde kendisinin çok güzel bir şekilde yer bulması çok duygusal olmuş diğer bütün bitiş öyküleri gibi. E.R.'ı seviyorum.


#  Yine hüzünlendim bak. Neyse ki Umut Sarıkaya var:
Yatalım uyuyalım ya. 2012'ye ne kaldı şunun şurasında?

2 yorum:

burrhole dedi ki...

halhaliga, bir başka rivayete göre de harhaliga olarak da yazılıyor. anlamı: yaş fındığın içinde olduğu yeşilimsi dış kabuğunun (bunun da adı var: futsi) kurumasıyla ortaya çıkan şu kırdığımız kuru fındıkların(tane fındık) toplu haline deniyor. fındıkları kuruması için zemine sererler, kurudukça altta harhaligası olur. o zeminin de rumca ismi vardır. yine gırtlaktan gelen bir 'h' sesiyle okunan 'hayat' kelimesidir. yaşam anlamına gelen hayatla eşsesli bile değil karıştırmayın. o tahta zemin demek. böyle.

manzanasverdes dedi ki...

Hah ya, futsi ile birlikte kardeşceğizimin en sevdiği kelimedir o :D